English Kurdi Türkçe
251 93 00

DİYARBAKIR'IN TARİHİ

23.08.2017

GENEL BİLGİLER
TARİHİ ESTETİK DEĞERLERİYLE DİYARBAKIR SURLARI
Doç. Ahmet ATAN*

Gabriel’in Kale Planı (Metin Sözen) 
Diyarbakır Surları
Diyarbakır’ın tarihi surlarını, estetik perspektiften değerlendirmek farklı bir özellik taşır. Yaklaşık 9000 yılı aşkın bir geçmişe sahip Diyarbakır surları o günden günümüze, tarihi, kültürel, estetik ve sanatsal şahsiyetine dokunulmasına izin vermeden ulaşabilmeyi başarmıştır. Çağların olanca tahribatına, yok ediciliğine, yıkımına karşın kendini korumasını bilmiş en etkili estetik görünümüyle Diyarbakır’ı “Müze Şehir” haline getirmiştir.

Diyarbakır, Anadolu’da binlerce yıldan beri bir çok medeniyetin canlı izlerini taşıyan bir tarih kültür ve sanat hazinesidir. M.Ö. 7000 yıllarında Çayönü’nden başlayan ve günümüze kadar gelen sadece bölgede değil dünya tarihinde de önemli roller oynayan bir çok uygarlık bu yörede değerli eserler bırakmışlardır. Bu eserlerin başında “Diyarbakır Surları” gelir.[1]

Diyarbakır Surları yapıldıkları dönemden (Roma İmparatorluğu, II. Konstantinus. M.S. 349) bu güne, her şeye rağmen fazla tahrip olmadan gelebilmiştir. Surlarda Roma, Bizans, Arap, Türk-İslam, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait son derece güzel ve birer Sanat eseri olan burçları, kapıları, kabartma ve figürleri yan yana görmek mümkündür. Bu yapıtların hem tarihi özelliği hem de o dönemler ait düşünce sistemi, sanat zevki, bitki ve hayvan zenginliği bakımından önemleri vardır. Anadolu eski tarih geçmişinin en önemli kültürel miras olan Diyarbakır surları, üzerinde taşıdığı bitkisel ve hayvansal motifler yanında kitabeleri oluşturan kaligrafik unsurlarla çok önemli, estetik değer taşıyan eserlerdir.

Eski Diyarbakır şehrini kuşatan kaleye Diyarbakır Surları diyoruz. Çin Seddinden sonra dünyanın en uzun, en geniş ve sağlam surlarından biri olduğu kabul edilir. Kale, Karacadağ’dan Dicle’ye uzanan geniş bazalt yaylanın doğu ucuna, zeminden yüz metre yüksekliğe kurulmuştur. Surların ilk yapılışı kesin olarak bilinmiyor. Fis Kayasına kurulu iç Kalenin, milattan 2.000 yıl kadar önce Hurriler Döneminde kurulduğu sanılıyor. Yazılı belgelere göre milattan sonra 349 yılında Roma imparatoru ikinci Constantinus (Kanstantinus) zamanında şehrin surlarla çevrildiği kalenin onarıldığı biliniyor 367 ve 365 yılları arasında şehrin batı surları yıktırılmış, Urfa Kapısı ve Mardin Kapısına uzanan bölüm yapılmış, altıncı yüzyılda Justinianus zamanında güçlendirilerek genel biçimini almış, daha sonraki yıllarda sürekli onarımlarla genişletilerek günümüze kadar ayakta kalmıştır.

Genel olarak kalkan balığı biçimini andıran Diyarbakır Kalesi, Dış Kale ve iç Kale olarak iki bölümden meydana gelmektedir. Dış Kale surlarının uzunluğu 5 kilometre kadardır Doğu–Batı doğrultusunda 1.700, kuzey - güney doğrultusunda 1.300 metrelik bir alanı kuşatmaktadır. Surların yüksekliği 10-12 metre, kalınlığı 3-5 metredir. Surlar üzerinde kuleleri  birbirine bağlayan geniş bir yol vardır. Bu yol, 70 santimetre kalınlığında mazgal duvarları ile korunmuştur. Kalenin 82 burcundan en ünlüleri Evli Beden (Ulu Beyden), Yedi Kardeş ve Keçi (Kiçi) burçlarıdır. Burçların içinde koğuşlar, mahzenler, sarnıçlar ve depolar yer almıştır. Dış Kale ile iç Kale surlarında Romalılardan Osmanlılar kadar çeşitli devletlere ait yazıtlar (kitabeler) bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz : Latince : Romalılar, 367 375 yılları arası, Yunanca: Bizanslılar, 440-528 yılları arası. Arapça yazıtlar : Abbasîler 909, Mervaniler 995-1035, Büyük Selçuklular 1088-1092, Şam Selçukluları 1093, İnallılar 1141, Nişanlılar 1154-1183, Artuklular 1188-1208, Eyyubiler 1236-1237, Akkoyunlular 1149-1479. Farsça yazıtlar Osmanlılar Dönemine aittir. 1525–1527 arası tarihlerini taşır. Dış Kalenin kapıları : Kuzeyde Dağ Kapışı (Harput Kapışı), batıda Urfa Kapışı (Rum Kapışı), güneyde Mardin Kapışı (Teli Kapışı), doğuda Yeni Kapı (Su Kapışı, Dicle Kapışı). iç Kalenin kapıları : Fetih Kapışı, Oğrun Kapışı, Saray Ka- pışı, Küpeli Kapış;, Fetih ve Oğrun kapıları dışarıya, Saray ve Küpeli kapıları iç tarata şehre açılır. iç Kale Kanunî Sultan Süleyman zamanında 1524–1526 yılları arasında ikinci bir surla çevrilerek genişletilmiştir. Dış Kale surları içinde cami, medrese, türbe, kilise, han, hamam gibi tarihî eserler yer almaktadır. iç Kale surları içinde iki kilise, Artuklu Sarayı kalıntıları. Viran Kale, sarnıç ve cami bulunmaktadır.

Surların Büyük Burçları
Evli Beden Burcu (Ulu Beden Burcu): Artuklu Melik Salih tarafından 1208 yılında Mimar İbrahim’e yaptırılmıştır.
Yedi Kardeş Burcu: Artukoğlu Melik Salih adına 1208 yılında Mimar İbrahim’in oğlu mimar Yahya’ya yaptırılmıştır. Burcun üzerinde Selçukluların simgesi olan çift başlı kartal ile iki arslan kabartması, bunların altında da burcun yazıtı vardır.
Keçi Burcu (Kiçi Burcu): Mardin Kapısının doğusundadır. Diyarbakır surlarının üzerindeki en eski, en büyük burçtur. 

Taş işçiliği
Diyarbakır surları, taş’ın bir büyük sanat eseri haline getiriliği muhteşem bir
abidedir. O, taş üzerindeki süsleme ve bezemelerle güzelliğin zirvesine çıkmış estetik bir abidedir. Taş işçiliğindeki sanatkarane ustalık, bugün Tarih ve Medeniyetinin önemi ile kültür ve sanatımızın sahip olduğu engin ve zengin değerlerimizi tartışmasız kabul edilir duruma getirmiştir. Bu duvarüstü taş işlemeciliğin bir büyük plastik sanat eseri haline getirmek ancak büyük bir sanat ruhuna sahip olmakla mümkündür. Bu Güzel sanat eserleri, bir kaç bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ince işlenmiş " Altın taş " niteliği ile; eşsiz birer güzel sanatlar abideleri olacaktır. Diyarbakır surlarının Duvarlarım birer canlı sanat müzesi haline getirenler, acaba dünya sanat ve medeniyeti için başvurulacak birer kaynak eser niteliğini taşıyacaklarını, biliyorlar mıydı?

Süslemeciliği
Diyarbakır surlarının taş işçiliğini bir büyük sanat haline getiren önemli özelliklerinden biri de " Taş Süslemeciliğidir ". Kendi döneminin, yaşadığı ortamı ve kullandığı eşyayı göze en hoş gelecek şekilde süslemek, onu sanat anlayışı ile biçimlendirmek, Diyarbakır surları taş ustalarının, sorumluluğun ötesinde; doğal bir tutkuları olduğunu göstermektedir. Onbir ve onikinci yüzyıl Selçuklularının kendine öz kavramları, ilhanlıların parlak ve atak sanat ibdaları, Timurluların ince ve zarif sanat görüşleri, Memlükların, Celayirlerin, Muzafferilerin, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerin ve nihayet Safevilerin süsleme sanatlarında gösterdikleri başarılı buluşlar, Türk Süslemesinin oluşmasında büyük rol oynadığı kesin olarak kabul edilebilir. İşte o dönemin Taş ustaları, süslemeleri ile taşı taş olmaktan çıkarıp bir büyük sanat eseri haline getirmeleri, Diyarbakır surlarını bir Güzel Sanatlar Galerisine dönüştürmüştür. Diyarbakır surlarındaki Süslemeciliğin tarihsel süreç içerisinde kendi geleneksel yorumlarına sıkı sıkıya bağlı kalarak surların kültür ve sanat dünyasında seçkin bir yer almasına neden olmuştur.

Kufi  Kitabeler
Bin yıllara dayanan tarihi özelliği ile Küfî yazışı Diyarbakır surlarının duvarlarına bir başka biçimde özellik ve önem kazandırmıştır. Bu yazı ile taş, Tarihsel bir belge olmanın ötesinde plastik olgunluğun doruğuna çıkarak surlara bir yücelik kazandırmıştır. Türk sanatının her sahasında en iyi bir biçimde değerlendirilen hat sanatı taş üzerine yazılması yanında mimariye de hayat vermiştir. Bu taşlar üzerinde yer alan Küfî yazısı ile yazılmış kitabeler insanı maddi alemden mana aleminin sonsuz derinliklerine götürmektedir. Bitkisel bezemelerle bir arada şekillendirilen Küfî yazısı; bir taraftan tarihin "zaman tünelinden" geçerek günümüz insanına belge niteliği ile bilgi ulaştırırken, bir taraftan da güzelliğin esintileri ile ruhun derinliklerine işlemektedir. İnsan bu Tarihi manzara karşısında kendisinden geçmektedir. Kitabeler hemen hemen Diyarbakır surlarının önemli bir yüzünü çevre sarmaktadır.

 Bitkisel Motifler
Sanat, milletlerin kültür ve zevklerini açıklayan, toplulukların geleneklerini, duygularını yansıtan bir kavram olduğuna göre bitkisel motifler "Taş Süsleme Sanatlarında " ne denli bir mucize olduğu, Diyarbakır surlarının duvarlarında görülür. Kendi devirlerini oluğu kadar kendi devirlerinin sonraki devirlerin de estetik değerlerini yönlendiren Diyarbakır surlarındaki Bitkisel motifli taş süsleme sanatı; Mazinin derinliklerinden gelen sır dolu esintilerini günümüz insanın ulaştırdığı gibi geleceğe de götürecektir. Bitkisel motifler yarı natüralistik, yarı stilize bir üslup ile çalışmıştır. Çeşit çeşit çiçeklerin yepyeni stilizasyonla Taş üstünde biçim bulduğu surlar sanki tarihi bir çiçek bahçesine dönüşmüştür. Bu bitkisel motifler dekorasyon sanatının ilk örnekleri olarak gösterilebilir. 

Hayvansal Figürler
Diyarbakır surlarının en önemli özelliklerinden bir de, taş süslemeleri arasında hayvan figürlerinin yer almış olmasıdır. Hayvan figürlerinden oluşan kompozisyonlar bitkisel motifli Küfî kitabelerle yan yana yer almaktadır. Surları oluşturan taşların üzerine yerleştirilmiş ilginç kabartma hayvan figürleri görmek mümkündür. 

Diyarbakır Surlarındaki Hayvan Figürlerinin Plastik Analizi

Diyarbakır Surları Yedi Kardeş Burcu Üzerindeki Hayvan Figürleri
Diyarbakır surlarının önemli ünitelerinden biri Yedi Kardeşler Burcudur. Artuklu dönemi eseridir. (1183-1232) Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). Mimarı İbrahim oğlu Yahya’dır.

Yedi Kardeşler burcuna bakıldığında Bütünü kapsayan bir yüzeysel estetiğin sağlanmış olduğu görülür. Zeminden burcun zirvesine kadar hemen yüzeyin hemen her karesinde mimar ve uygulayıcıların estetik bir endişe taşıyarak form-inşada bulundukları gözlenir. Kitabeyi oluşturan kaligrafik istiflerden tutun da, alan boşluklarını dolduran hayvan figürlerinin yerleştirilmesine kadar sanat dili ili ile “espas”a yani dengeli boşluklar bırakılmasına özen gösterilmiştir.

Yedi Kardeşler burcunun yüzeyini hemen hemen iki eşit  parçaya bölecek şekilde yerleştirilen bir şerit kaligrafik kitabe geniş taş yüzeyi üzerinde bir oya işlemesi gibi yer almıştır. Kitabenin başlangıç kısmının her iki tarafına simetrik olarak ejder başlı kuyruklara sahip aslan figürleri yerleştirmiştir. Burcun Sol-sağ tarafındaki Aslan figürleri kitabenin bulundu şerit üzerinde dış kabartma tarzında işlenmiştir. Hayvan figürleri burç yüzeyi üzerine, sağdan ve soldan dengeli boşluklar bırakılarak kompozisyon düzenli bir biçimde yerleştirilmiştir. Bu özellik Resim sanatının temeli olan desen çalışmalarında da hassasiyetle üzerinde durulan konulardan biridir. Konu için ayılan alanın yerli yerince değerlendirilmesi resim sanatının temel amaçlarından biridir. Konu gözü rahatsız edecek derecede küçük boyutlu olmadığı gibi kontur çizgisi dışına da taşmamalıdır. Aslan figürlerinde de bu plastik denge ideal bir biçimde uygulanmıştır. Aslan figürleri izleyiciye bir mesaj vermesi yanında iyi estetik değerleri de üzerinde taşımaktadır. Bu üslup bir yerde yazılarla benzeşen bir üslup olsa gerek. Kitabelerle Hayvan figürleri biçimsel farklılıklara rağmen öz’de birbirleri ile örtüşmektedirler. Yazılar ile hayvansal figürler aynı yüzey üzerinde birlerine kontrast düşmemektedirler. Bunun yanında rölyef biçiminde uygulanmış aslan ve çift başlı kartal figürlerin plastik olgunluğa sahip olması, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım bilgisine sahip olduğunu göstermektedir.

Her iki aslan figürünün orta yerinde ise çift başlı kartal figürü bulunmaktadır. Aslan figürleri kimi tarihçilere göre mücadele, güç ve üstünlük sembolü olarak yorumlanmıştır. Buradaki aslan figürlerinin kullanılma nedeni de; bulunduğu yerin koruyuculuğu ve kollayıcılığı sembolize edebilir. İki aslan figürünün ortasında yer alan çift başlı kartal figürü ise; tarihte gelmiş geçmiş Türk İslam devletlerinin ve Selçuklular’ın simgesi olarak kullanılmıştır. Yedi Kardeşler Burcu üzerinde yer alan tüm bu hayvansal figürler ilginç stlizasyona uğratılarak biçimlendirilmişlerdir.

Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sağ Tarafında Yer Alan Arslan Figürü
Aslan figürünün genel biçimsel yapısına bakılırsa; güçlü bir stilizasyon görülür. Bazalt taşının sert olma özelliğine rağmen bu aslan rölyefindeki stilizasyon şaşırtıcı şekilde uygulanmış ve plastik açıdan başarı ile sonuçlandırılmıştır. Aslan figürü hareket ve dinamizm mesajı yüklü bir anlayışla yapılmıştır. Sanatçısının olayı iyi gözlemlemediğini göstermektedir. Figür yüzeyde poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde “biblo” görünümündedir. Kabartma derecelendirme yapılırsa; 0,1, 2, 3, 4, 5 aşamalı olarak tanımlanabilir. Sıfır noktası, burcun düz yüzeyi olurken, burun bölümü aslan rölyefinin en yüksek alanıdır. Güzler burun kısmının her iki tarafında Uygur resimlerinde yer alan figürlerdeki gibi çekik gözlüdür. Göğüs bölümüne bir zırh yerleştirilmiş gibi ek kabartma yer almıştır. Aslan figürünün, Askerlik deyimi ile başı dik göğsü ilerdedir. Ön ve arka ayaklar genel anatomik yapıya aykırı bir duruşla kıvrılmışlar, bu durum ya stilizasyonun sonucu ya da sanatçısının gözlem eksikliğinden kaynaklanabilir. Aslanın kuyruğu ejder başı olarak yapılmıştır.

Yedi Kardeş Burcu’nun (İzleyene Göre) Sol Tarafında Yer Alan Arslan Figürü
Burada yer alan aslan figürü diğerinin simetrik biçimi olarak uygulanmıştır. Baş genel olarak gövdeye oranla daha büyüktür. Her ikisinde de perdahlanmış bir taş işçiliği yer almaktadır.

Çift Başlı Kartal Motifi
Yedi Kardeşler Burcu’nun ön yüzünde, Besmele-i erife’nin yer aldığı kitabenin üzerinde bulunan çift başlı kartal motifi, aslan figürlerinin bir anlamda simetrik olarak ikiye bölmüştür. Burcun ortalarında yer alan kartal motifinin üst bölümündeki friz biçimindeki kabartma şeritler ile bir anlamda kitabe, aslan ve kartal motifleri taçlandırılmıştır. Çift başlı kartal motifi simetrik olarak uygulanmıştır. Kanatlarda beş sembolik telek uygulanmıştır. Kartal figüründeki baş, kanat ve pençelerdeki stilizasyon uygulamasına bakılırsa, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım gücüne sahip olduğu görülür. Tüm bunlar göstermektedir ki; Güzel sanatlar, Hangi zaman ve mekanda olursa olsun,  birey ve toplum olarak, bizzat insanın kendine yönelişi, kendi ruh yapısını ortaya koymasını, kendi dert, çile, ızdırap, özlem ve mutluluklarını dile getirmesini temin ederken, bir taraftan da insana ümit, cesaret, şevk ve dayanma gücünü telkin eder.

Evli Beden Burcu
Evli Beden Burcu, Ulu Beden veya Ben-u Sen Burcu olarak da bilinir. Artuklu dönemi eseridir. (1183- 1232). Melik-el Salih Ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). mimarı Cafer oğlu İbrahim’dir. Burçta toplam 6 aslan motifi rölyefi vardır ve Avrasya hayvan motifleri üslubunu yansıtırlar. Başlarında taç bulunan kanatlı aslan figürlerinin kuyrukları ejder başlı olarak işlenmiştir. Üslup olarak Yedi Kardeşler Burcu ile belirgin özellikler taşır. Evli Beden burcunda da Aslan ve çift başlı kartal motifleri yer almıştır. Bu burçtaki taş işçiliğine bakılırsa bir adım daha önde ince süslemelere girilmiştir. Bu çift başlı kartal motifindeki kanatlarda simgesel altışar adet telek (Kanat tüyü) kullanılmıştır. Evli Beden burcunun ön yüzünde (izleyene göre) sol alt köşede yer alan ve dışa dönük aslan motifi rölyefi dereceli olarak çukur halde işlenmiş yatay dikdörtgen içine alınmıştır. Burç yüzeyinde yer alan tüm aslan motifi rölyefleri ciddi anlamda aşınmış ya da tahrip olmuştur. İnsanlar Çift başlı kartal sembolünü sevmişler; Selçuklu Devleti, Diyarbakır Belediyesi, Dicle Üniversitesi ve diğer bir çok sivil kuruluşlar bu motifi birer amblem olarak kullanmışlardır. Kitabe kuşağının sol başında kanatlı, Ejder başlı kuyruklu aslan motifi rölyefi, görüntüsü ile dinamik bir imaj hissi uyandırmaktadır. Aslan figürü dikdörtgen şeklinde bir taş yüzeyi üzerine işlenmiştir. Kompozisyonun yüzey üzerine dengeli bir biçimde yerleştirildiği söylenebilir. Bununla beraber figürün ejder başlı kuyruğu çerçeve dışına taşırılmıştır. Aslan başı’nın insan başını çağrıştırmış olması, Mısır piramitlerinin önünde yer alan insan başlı aslan heykelleri olan “sfenksleri” hatırlatmaktadır. Güneş doğarken nasıl ilk olarak, dağların tepelerini, daha sonra yüksek binaların damlarını aydınlatıyor ve en sonra, yeryüzünün düzlüklerine ve alçak yerlerine ışınlarını yaymaya başlıyorsa; güzel sanatların yaydığı ışıklar da tıpkı güneş gibi yayılır ve ilkönce yüksek seciyeli, sayıları pek az olan aydın kişilerin  ruhlarını ve kafalarını aydınlatır. Evli Beden burcunun üst kısmında yer alan konsollar form inşa bağlamında çok zarif taş işçiliğinin uygulandığı bir alan örneğidir. 

Nur Burcu
Selçuklu dönemi eseridir. (1085-1183). Melikşah zamanında yapılmıştır.(1089). Mimarı Selami oğlu Urfalı Muhammed’dir. Kufi (Nebati) yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burçtur. Kitabe arasında yer alan uzun boynuzlu keçi motifi rölyefi dikkat çekici estetik değerdedir. Yine kitabe arasında yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş dört nala koşan at motifi rölyefleri bu dönem heykel sanatında perspektif ve anatomide ne kadar bilgi, gözlem, beceri ve yetenek konusunda bize net belge sunmuşlardır. Kitabenin sol kenarında yer alan güvercin motifi rölyefinin kanatlarındaki beşli telek, yedi kardeşler burcundaki çift başlı kartalın telekleri ile aynı sayıda olması dikkat çekicidir. Hemen alt tarafında yer alan bağdaş kurmuş bir şekilde oturan kısa saçlı, eli ile ayaklarının tutan çıplak kadın rölyefi ise hangi amaçla yapıldığı konusunda fikir yürütmek zordur. Kitabenin sağ tarafında da soldakinin simetrisi olarak uygulanmış kanatları açık ancak bunda altı telek görünen güvercin motifi rölyefinin altında da çıplak kadın motifi yer almaktadır. Ancak antik çağ eserlerinde; çıplak kadın heykelleri-örneğin: Kibele, Bolluk ve bereket tanrısı sembolü olarak kullanılmıştır. Nur burcunda yer alan kitabenin sağ köşesindeki aslan motifi daha belirgin stilizasyona uğratılmış olması yanında sevinç veren bir gülümseme imajı kayda değer bir özelliktir. Nur burcunun sol yüzünde yer alan ancak türü belli olmayan bir yırtıcı kuş, aynı şekilde türü belli olmayan avını parçalamasını konu edinen bir rölyef, büyük ihtimalle mücadele ve güç gösterisini simgelemiştir. Bazı sanat tarihçileri, Alta mira ve Lascaux Mağara resimlerini, hasımına karşı bir üstün gelme tasviri olarak betimledikleri biçiminde yorum getirmektedirler. Buradaki kuş ve avı konusu da bu anlayıştan kaynaklanabilir. Bu olgunun önemli yanı; düşünce duyguların mukim kale duvarlarına bile olsa resimsel bir anlayışla ifade edilmiş olmasıdır.

Selçuklu Burcu
Melikşah dönemi eseridir. Nur Burcu benzeridir. Kufi yazı ile yazılmıştır (1088). Evli Beden Burcu’nun kuzeyindedir. Kitabe üzerinde yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş keçi motifi rölyefinde uygulanan uzun boynuzların stilize edilmiş parçalı bölümleri yüzeyin başka bölümlerinde de uygulandığı görülmüştür. Kitabenin sol köşesinde yer alan aslan motifi rölyefinin stilizasyonu olmakla beraber miken sanatında olduğu gibi zarafet açısından daha az özen gösterildiği yorumu yapılabilir. Güvercin olabileceği yorumu yapılabilecek olan kuş figürü rölyefi yine kitabenin arasında yer almaktadır. 

Dağ Kapı Burcu
Diyarbakır’da hüküm sürmüş devletlerin hemen tümü, kentin en önemli bölümlerinden olan Dağ kapı burcunun iç ve dış duvarlarına çeşitli işaretler, kitabeler ve armalar koydurmuşlardır. Dağ kapı burcunun çeşitli yerlerinde değişik hayvansal, bitkisel ve motiflerinin rölyefleri yer alır. Bitkisel motiflerin içinde üzüm ve yaprak şekilleri bulunur. Dağ Kapı Harput Kapı olarak da bilinir. Kitabe ve rölyef yönünden en zengin kısmıdır.  Yanında Mervani dönemine ait mescit vardır. Kapı civarındaki rölyeflerin çoğu çeşitli zamanlarda yapılan onarımlar sırasında rasgele yerleştirilmiştir. Bunlardan biri Bizans döneminden kalma kitabe parçasıdır. Dağ kapı burcunda yer alan ilginç işlemeli demir kapı eskiden beri sürekli nöbetçiler tarafından akşamları güneşin batışı ile kapanır, doğuşu ile açılırdı. Abbasilere ait güvercin, hayvan ve bitki motiflerindeki stilizasyon alabildiğine naif ve spontane bir biçimde yapılmış oldukları dikkati çekmektedir. Öyle ki bazı hayvan motiflerindeki aşırı naiflik, rölyefin hangi hayvan türüne ait oluğuna dair yorumu zorlaştırmaktadır.

Dünün sanatı geçmişin aynasıdır. Bu günün sanatı da geleceğe en geçerli tarihi belgelerdir. Gelecek çağın insanları bizim bugünkü toplumuzda neler olup bittiğini, bu toplumun başından neler geçtiğini nasıl öğrenecekler?.. Bundan yüz sene sonraki insanlarımıza, bu günleri bizzat yaşamayan evlâtlarımıza her anı başlı başına bir olay olan bu enteresan yüzyılı nasıl ulaştıracağız?.. İşte bu mesajı gelecek nesillere iletebilecek yegane köprü sanattır.

Bir toplum yüce değerlere, güzel sanatlara sahip çıkarak ulaşabilir veya diğer bir ifade ile, güzel sanatları benimseyen toplumlar ulvî özelliklere sahip olabilir. Her bir güzel sanat eseri toplumsal otobiyografidir. Bir toplum ortaya koyduğu veya sahip çıkıp koruduğu güzel sanat eserinin niteliğine göre, kendi otobiyografisini okuyabilir. Meselâ; denilebilir ki, Diyarbakır’da  yaşayan toplumların otobiyografilerini Diyarbakır’daki eserlerden okuyabiliriz. Diyarbakır Surları, Ulu Camii, Nebî Camii, Hz. Süleyman Camii, Behram Paşa Camii, Melik Ahmet Paşa Camii, Zinciriye Medresesi, Mesudiye Medresesi, Hatuniye Medresesi, İçkale Artuklu Sarayı, Malabadi Köprüsü, Haburman Köprüsü, Mervânlı Kitâbesi gibi sanat eserleri sanki kulağımıza  yüzyıllar ötesinden bir şeyler fısıldıyor. 

Sonuç ve Öneri 
1- Tarihi estetik değerlere sahip Diyarbakır Surları, içinde bulunduğu Şehri bir “Dünya Kenti” haline getirmiştir.
2- Tarihi estetik değerlere sahip Diyarbakır Surlarını önemli kılan özellikler:
a- İnsanüstü emek tasarım ve uygulayım.
b- Dikkat çekici estetik değerleri üzerinde taşıması.
c- Kitabelerin belgesel özelliği ile beraber, estetik nitelikte olması.
d- Hayvansal motiflerin estetik nitelikte olması.
e- Bitkisel motiflerin estetik nitelikte olması.
f- İnsan motiflerinin estetik nitelikte olması.
3- Tarihi Estetik Değerlere sahip Diyarbakır surlarının dahi ciddi bir şekilde koruma altına alınmalıdır.
4- Surlara özel bir önem ve güzellik kazandıran insan, hayvan ve bitki motifleri ile beraber kitabeler, özel kimyasal maddelerle doğal ve insani şartlardan kaynaklanacak hasarlara karşı koruma altına alınmalıdır.
5- Koruma etkinliği için valilik ve Belediye Başkanlığı ortak çalışması ile Koruma ve güvenlik kadroları oluşturulmalıdır.
6- Diyarbakır’ı bir “Dünya Kenti” haline getiren özellikleri daha etkin bir kampanya ile ulusal ve evrensel bazda tanıtılarak, turizm teşvik edilmelidir.
*     Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi DİYARBAKIR.

[1]     Değertekin,Halil, Diyarbakır Surları, Kitabeler ve Kabartmalar, Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, Diyarbakır Şubesi.
[2]     Süsleme: kesim sanatının bir kolu olup, belirli bir yerin, eşyanın abidenin daha da güzelleştirilmesi için üsluplanmış şekil, resim ve motilferle değerlendirilmesidir. (Azade Akar-Cahide Keskiner, Türk Süsleme Sanatlarında Desen ve Motif, Ornament And Design in Turkısh Decorative Arts, Tercüman Sanat ve Kültür Yayınları: 2, İstanbul 1975, s. 10)
[3]    a.g.e., s. 9.
[4]    “Kufî: En eski İslam yazılarından biridir. Kufî yazısının Hulefa-yı raşidin zamanında “Kufe” şehrinde icat olunduğu ve şehrin ismine izafetle “Kufî” denildiği hakkında bir rivayet vardır. Hz. Ali tarafından icat olunduğu hakkında da diğer bir rivayet mevcuttur. Hicretten yarım asır kadar evvel yazılmış bir kitap bulunmuş, onun üzerinde Rumca bir ibare ve tamamiyle Kufî'ye benzer bir yazı ile yazılmış Arapça bir ibare görülmüştür. Bundan, Kufî yazısının İslamiyetten evvel İsevîler ve Araplar tarafından kullanıldığı anlaşılmıştır. Kufî'nin Hz. Peygamber zamanında kullanılan şekli ile İslamiyyetten evvelki şekli arasında fark yok gibidir. Ancak İslamiyetin zuhurunu müteakip bu yazı çok tekellüm etmiştir. Daha önce noktası olmayan Kufî yazışma sonradan ilave edilmiştir.

İLİN COĞRAFİ KONUMU, KURULUŞ YERİ ve ADI
Diyarbakır Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta kısmında “Elcizre” denilen Mezopotamya’nın kuzey sonundadır. Doğuda Siirt, Batman, Muş, güneyde Mardin, batıda Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya kuzeyde de Elazığ ve Bingöl illeri ile sınırlanmıştır. İl 37–30 ve 38–43 enlemleri ile 40–37 ve 41–20 doğu boylamları arasında kalmaktadır.
Diyarbakır kenti, deniz seviyesinden 650 m. Yüksekliğindeki bir plato-tekne alanları üzerinde, bazalt delerit karakterli bir zeminde;
Karacadağ’dan Dicle Nehrine değin uzanan geniş bazalt platosunun doğu kenarında, Dicle Vadisi’nden 160 m. Kadar yükseklikte, nehir eğrisinin tepesinde, hakim yatay bir yüzey üzerinde kurulmuştur. Söz konusu platoyu güneybatıda “Ben u Sen” denilen az derinlikte bir sel çukuru yarar. Batı ve kuzeyde ise bazaltlı arazide hafif bir eğim vardır. Bu doğal yapı, doğu ve güneydoğuda kayalık bir korniş kenarında kurulmuş olan kenti baştanbaşa kuşatan surun şeklini de belirlemiştir. Bugün sur dışında gelişen kent, batı ve göreli olarak sınırlı bir şekilde kuzey ve güney yönünde yayılmaktadır.

Kentin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur; ancak çeşitli kaynaklarda yapılan tahminler M.Ö. 3000 yılına kadar uzanmaktadır. Kentin ilk yerleşme yerinin “Fis Kayası” denilen sarp kayalığın üzerinde bulunan “İç Kale” nin konumlandığı yer olduğu hakkında görüş birliği vardır. Kalenin konumu ile gördüğü işlev birlikte düşünüldüğünde kuruluş yerinin doğruluğu anlaşılabilir.

Kent farklı tarihlerde farklı adlarla anılmıştır; ilk olarak Asur hükümdarı (M.Ö. 1316–1281) Adad-Nirari’ye ait bir kılıç kabzasında “Amidi” veya “Amedi” olarak geçmekte; M.Ö. 800–705 yılları arasında Asur valilerinin isimlerinin yazılı olduğu belgelerde de aynı ada rastlanmaktadır.

Roma ve Bizans’a ait yazılı kaynaklarda ise kentin “Amid, O’mid, Emit, Amide” şeklinde adlandırıldığı görülmektedir. Taşlarının siyah olmasından dolayı “Kara Amid” ; bu adın Arapça tercümesi olan “Amid-i Sevda” olarak da anılmıştır.
Arap egemenliği sırasında bölgeye gelen kabilelerin adlarına göre de “Diyar-ı Bekr” daha sonraları “Diyarbekir” ; Osmanlılar döneminde bazen “Amid” bazen de “Diyarbekir” olarak kayıtlara geçmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Dil Kurumu’nda oluşturulan araştırma komisyonu 1938 yılında “Diyarbakır” adını benimsemiş ve bu yıldan itibaren kentin ve ilin resmi adı “Diyarbakır” olmuştur.

İLİN COĞRAFİ KONUMU, KURULUŞ YERİ ve ADI
Diyarbakır Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta kısmında “Elcizre” denilen Mezopotamya’nın kuzey sonundadır. Doğuda Siirt, Batman, Muş, güneyde Mardin, batıda Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya kuzeyde de Elazığ ve Bingöl illeri ile sınırlanmıştır. İl 37–30 ve 38–43 enlemleri ile 40–37 ve 41–20 doğu boylamları arasında kalmaktadır.
Diyarbakır kenti, deniz seviyesinden 650 m. Yüksekliğindeki bir plato-tekne alanları üzerinde, bazalt delerit karakterli bir zeminde;

Karacadağ’dan Dicle Nehrine değin uzanan geniş bazalt platosunun doğu kenarında, Dicle Vadisi’nden 160 m. Kadar yükseklikte, nehir eğrisinin tepesinde, hakim yatay bir yüzey üzerinde kurulmuştur. Söz konusu platoyu güneybatıda “Ben u Sen” denilen az derinlikte bir sel çukuru yarar. Batı ve kuzeyde ise bazaltlı arazide hafif bir eğim vardır. Bu doğal yapı, doğu ve güneydoğuda kayalık bir korniş kenarında kurulmuş olan kenti baştanbaşa kuşatan surun şeklini de belirlemiştir. Bugün sur dışında gelişen kent, batı ve göreli olarak sınırlı bir şekilde kuzey ve güney yönünde yayılmaktadır.

Kentin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur; ancak çeşitli kaynaklarda yapılan tahminler M.Ö. 3000 yılına kadar uzanmaktadır. Kentin ilk yerleşme yerinin “Fis Kayası” denilen sarp kayalığın üzerinde bulunan “İç Kale” nin konumlandığı yer olduğu hakkında görüş birliği vardır. Kalenin konumu ile gördüğü işlev birlikte düşünüldüğünde kuruluş yerinin doğruluğu anlaşılabilir.

Kent farklı tarihlerde farklı adlarla anılmıştır; ilk olarak Asur hükümdarı (M.Ö. 1316–1281) Adad-Nirari’ye ait bir kılıç kabzasında “Amidi” veya “Amedi” olarak geçmekte; M.Ö. 800–705 yılları arasında Asur valilerinin isimlerinin yazılı olduğu belgelerde de aynı ada rastlanmaktadır.
Roma ve Bizans’a ait yazılı kaynaklarda ise kentin “Amid, O’mid, Emit, Amide” şeklinde adlandırıldığı görülmektedir. Taşlarının siyah olmasından dolayı “Kara Amid” ; bu adın Arapça tercümesi olan “Amid-i Sevda” olarak da anılmıştır.
Arap egemenliği sırasında bölgeye gelen kabilelerin adlarına göre de “Diyar-ı Bekr” daha sonraları “Diyarbekir” ; Osmanlılar döneminde bazen “Amid” bazen de “Diyarbekir” olarak kayıtlara geçmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Dil Kurumu’nda oluşturulan araştırma komisyonu 1938 yılında “Diyarbakır” adını benimsemiş ve bu yıldan itibaren kentin ve ilin resmi adı “Diyarbakır” olmuştur.
Diyarbakır ve çevresi tarih öncesi dönemlerden itibaren her devirde nemini korumuş, Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya arasında doğal bir geçiş yolu, bir köprü görevi yapmış bu nedenle de çeşitli uygarlıkların tarihi ve kültürel mirasını günümüze kadar taşımıştır.
Tarih boyunca Amida, Amid, Kara-Amid, Diyar-Bekr, Diyarbekir, Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde, Elcezire denilen, Mezopotamya'nın kuzey kısmındadır.
Yontma taş ve Mezolitik devirlerde, Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yaşanmış olduğu, yapılan arkeolojik araştırmalar ile anlaşılmıştır. Eğil-Silvan yakınlarındaki Hassun, Dicle Nehri ve kolları üzerinde Ergani yakınlarında Hilar mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir.

Anadolu'nun en eski köy yerleşmelerinden biri olan tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10.000 yıl önceye tarihlenmesi ile sadece bölge tarihimize değil Dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır. M.Ö. 7.500-5.000 yılları arasında aralıksız olarak daha sonra da aralıklarla iskan edilmiş olan günümüzdeki kent uygarlığının ilk temellerinin atıldığı Çayönü, insanların göçebelikten yerleşik köy yaşantısına, avcılık ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri "Neolitik Devrim" olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomisi ve insan doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği kültür tarihi ile ilgili buluşlarda bir çok ilki de içeren canlı ve ilginç bir yerleşmedir. Yabani buğday, mercimekgiller gibi bitkilerin tarıma alınması, koyun ve keçinin evcilleştirilmesi ile Çayönü bilim dünyasında önem kazanmıştır.

Yine Ergani yakınlarındaki Grikihaciyan Tepesi'nde M.Ö. 5.000 yılları başına tarihlenen "Gelişkin Köy Evresi" ya da Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan Halaf Kültürünün sonlarına tarihlenen tek bir kültür evresi görülmüştür. Halaf Kültürü, Kuzey Irak, Suriye ve Güneydoğu Anadolu'da görülen yuvarlak planlı kubbeli evleri zengin boya bezeli çanak-çömleği ile ünlüdür.
Diyarbakır'ın Bismil İlçesi yakınlarındaki Üçtepe Höyük'te yapılan ve henüz bitirilmemiş olan kazı çalışmalarında ise 2. Bin, Yeni Asur, Helenistik ve Roma İmparatorluk dönemine tarihlenen önemli bir merkez ortaya çıkarılmıştır.
Öte yandan Lice yakınlarındaki Birkleyn mağaraları ve Eğil'deki Eğil Kalesi ve kayalardaki kitabeler Asurlardan kalan önemli eserler bulunmuştur.
Diyarbakır'ın kent merkezinin tarihine baktığımızda ise; M.Ö. 3. Binde kente Hurri-Mitaniler'in egemen olduklarını görüyoruz. M.Ö. 1260'a dek egemenliklerini sürdüren Hurri-Mitaniler'den sonra sırasıyla Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran İdaresi, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyübiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar Diyarbakır'a egemen olmuşlardır.

Bu uygarlıklar arasında Diyarbakır'da en fazla tarihi eser yapan ve iz bırakanlar Romalılar, Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular, Hıristiyan ve Osmanlılar olmuştur. Diyarbakır sadece Roma-Bizans değil aynı zamanda Müslüman, Pers, Arap ve Tür devletlerinin zengin tarihi ve kültürel değerlerini taşıyan ortak bir kültür mirası olarak günümüze kadar gelmiştir. Özellikler surlarda birçok medeniyetlerin izlerini kitabe, süsleme, figür, kapı veya görkemli burç şeklinde en canlı şekilde görebilmekteyiz.

Kaynak: DİYARBAKIR İLİ VE İLÇELERİ SOSYAL YARDIMLAŞMA VE KÜLTÜR DERNEĞİ